top of page

Bir Obsesifin Günlüğü 26

  • Yazarın fotoğrafı: obsesifdaktilo
    obsesifdaktilo
  • 1 May 2019
  • 5 dakikada okunur

Bir yolculukta, çantanızda olanları düşünürsünüz, bu size yolun mahiyetini anlamak için yardım eder. Kış tatiline giderken şnorkel ve dalış kıyafeti götürmezsiniz ya da tam tersini düşündüğümüzde Safariye giden birisi yanında kar botu taşımaz. Ben bu yolculuk için çanta hazırlamaya gerek duymadım çünkü savaşa gitmek yerine teslimiyete gidiyorum. Benim durumumda olan birisi yanına cephane olarak bir tank ve iyi donatılmış bir kaç asker alır. Hızlı ve dayanıklı bir at da işimi görebilir. Şehrin dar sokaklarında tank ile manevra yapmak zorlu olabileceği gibi trafiği de olumsuz etkiler. Talihsizlik konusunda ipi göğüslerim ve şuan bu gece gidip talihimi bir daha denemek için yeterli sebebim var. Tekrar tekrar yenildiğimi görmek, işe yaramayan lanet bir herif olarak yaşlanacağımı kanıtlamak için böyle büyük bir kumpanyaya ve turneye çıkmaya gerek yoktu. Bana bir kaç saniye bakan birisi bunu rahatça anlayabilir. Savaş alanlarına yapılan ve geriye kalanların, kaybettikleri insanlar için üzüldüğünü ima eden, kahramanlıklarına methiyeler düzülen anıtlar kadar gereksizim. Savaşları her zaman çıkaranlar kazanmıştır, savaşanların kazandığına hiç şahit olmadım. Bu da benim savaşım, ben çıkarmadım, tanrı tarafından savaşmak üzere yaratılmadım ama kazanamayacağım kesin. Savaş alanına terk edilmiş bir çocuktum, mayın döşendi göz yaşlarıma, bu yüzden yanaklarım paramparça.


Zor da olsa doğruldum yerimden. Kırık eşyaların arasından geçerken apartman kapısının açıldığını duydum. İlk defa dua etmek için ellerimi göğe açıp dilenecektim, bu gelen Ferfi olsun diye. Tüm bu evi bu hale getiren, işinde yeni, sakar ve evde bir şey bulamadığı için sinirlenmiş bir hırsız olsun. Merdivenden konuşma sesleri geliyor, benim gibi bir ruh hastası değilse kendi kendine konuşmuyordur, yani en azından iki kişilerdir. İlk defa dua etmeyi aklımdan geçirdim ve kabul mü oldu şimdi? Tanrı ile işler bu kadar kolay mı işliyor? Bilseydim bugüne kadar bunu defalarca uygulardım, bir şeyi elde etmenin en kolay yolu bu gibi gözüküyor. Eğer elinizde bunları gerçekleştirmek için sihirli bir değnek yok ise. Sesler ve ayak sesi gittikçe yaklaştığına göre anlaşılan o ki bu köhne apartmanda gidilebilecek olan yer sayısı sınırlı. Geriye tek soru kalıyor o da gelenlerin doğru kişiler olup olmadığı. Bu istemsiz mutluluğumu ve umudumu belli etmeli miyim bilmiyorum ama bir dakika daha sabretmekte fayda var. Odanın ortasında, yıkıntıların içinde salak gibi dikildiğimi var saymazsak ve kapıdan girer girmez Ferfi'nin kucağıma atlamayacağını da ihtimallere dahil edersek çok kötü durumda sayılmam. Ne zamandan beri görüntüme önem verdiğim konusunda bir fikrim yok. Kapı aralandı ve konuşmalar yerini sessizliğe bıraktı. Eve ilk girdiğimde ben ne tepki vermiştim unuttum bile ama bu sessizlik tamamen şaşkınlığın sessizliği, hazırlıksız yakalanılan ve beklenilmeyen gerçeklerin, kader denilen yazımı tamamlanmış tiyatronun sessizliği. Salondan çıkıp gelenleri görebilmek için koridora yöneldiğimde kokusundan tanıdım bu Cini olmalıydı. Muhtemelen yalnız değil, konuşan ikinci bir insan sesi duymamış olmamın sebebi de buydu. Cini, sesini melekler getirmeden önce duyamayacağınız şekilde konuşur ve fısıltılarına alışmadıysanız onunla iletişim kuramazsınız. İç çeker gibi konuşur ve beyaz bir tene yeni yağmış kar gibi kokar. Odanın kapısında karşıma ilk gelen görüntü ise Mimiydi. Elinde daha görmediğim parlak gri bir çanta vardı, bilim kurgu filmlerinde gördüğünüz tipten bir çanta. Genelde içinde insan ırkına zararlı virüs taşınan ve gelecek nesilleri tehlikeye sokacak türden güçlü etkisi olan. Yüzündeki ifade de çantada taşıdığı o tüm insanlığa zararlı madde kadar tesirli. Gözlerinin yuvasından çıkıp çıkıp geri girmesi, histeri krizi geçiriyor gibi başını sallaması "neler olduğunu anlat" anlamına geliyor sanırım. Mimi'ye olanları anlatırken gazap kelimelerini kullanmadan nasıl yaparım diye düşünürken aklıma geldi. Duvarda bir not vardı, mutfak kapısının artık durmadığı yerde, kapının açıldığında, normalde arkasında kalması gerekirken, şuan boşta kalan duvarda. Sanki evin duvarlarını değerlendirmek için asılmış tatil fotoğrafları ya da toplu halde mobilya satılan yerlerden alınmış, ünlü ressamların taklit resimlerinin olduğu çerçeveler gibi duruyordu not. Eve ilk defa gelen birinin bile rahatça anlayabileceği gibi ait olmadığı bir yerde olduğunu belli ediyordu. Mimi rahat görebilsin diye, tuttuğum gibi sürükledim onu odanın içine doğru. O esnada Cini ile göz göze geldik, onun aldığı nefesi benim ciğerlerim solumaktaydı. Benim soluduğum havayı sanki onun kanı enzimlerine ayırıp, organlarına oksijeni gönderiyordu. Çünkü kötü bir şeyler olduğunu anlaması için içeride ruhlar aleminden bir temsilci ile karşılaşmaya gerek yok. Bizden önce birisi gelmiş ve ruhlarla alem yapmış zaten. Herkes gittikten, mekan boşaldıktan sonra masayı toplayan garsonun elinden düşürüp kırdığı bardak gibi toplanmayı bekliyoruz. Mimi yazıyı okurken dudaklarını kıpırdattı ama hiç ses çıkmadı. Cini peşimizden geldi ve bir buçuk adım arkamızda bir gece önce Ferfi'nin sigarayı yakıp kucağıma oturduğu yerde durdu. İkisi de duvarda gösterdiğim yöne bakıyordu hala. Başlangıçta bahsettiğim askerler buradaydı artık, tek eksiğimiz atlardı. Gerçi iyi donatılmış bir cephaneleri yoktu bu askerlerin ama olsun benim de savaşabileceğim şaibeliydi.


Mimi olduğu yerde titriyordu, henüz başka bir tepki vermediğine göre ya şok geçiriyor ya da durumu idrak etmek için normalde gerekenden fazla çaba harcıyor. Sinir krizi de geçiriyor olabilir, yani kısacası bir insanın çocuğu kaybolduğunda verebileceği olası tüm tepkileri veriyordu. İşte bu yüzden ilk defa şanslı hissettim kendimi çocuk yapmadığım ya da bir yerlerde varlığından habersiz olduğum için. Küçükken ağzına soktuğu bir şey yüzünden boğulmasın diye dikkat etmekten ve büyüdüğünde erkek sevici mafyaların eline düşmesin diye peşinden koşmaktan kurtulmuştum. Mimi olduğu yerde döndü önce Cini'ye sonra bana baktı. Kusmadan önce o bir iki saniye vücudun ileri geri sallanmasını andıran hareketlerle konuşmaya başladı "bunlar olurken sen neredeydin?"


Ona olan biten her şeyi anlattım. İki gündür haber alamadığım için endişelendiğimi, her şeyin yolunda olup olmadığını kontrol etmek için aparta gittiğimi, onları bulamayınca geri geldiğimi ve burayı bu halde bulduğumu. Sakinleşmişe benzemiyordu daha çok psikoloji bozuk biri tarafından kullanılan ilaçların etkisine alışmış olduğu için olanlardan pek anlam çıkaramamışa benziyordu. Gayet haklıydı onun tarafından bakıldığında, benim peşimde olan birisi neden onun kızını ve arkadaşını mutlu mesut yasadığı dünyasından kaçırsın? Eğer burayı buldularsa ve benim burada olduğumu anladılarsa, biraz daha bekleyip benim buraya geleceğimi de düşünebilirlerdi. Zaten vakit kaybettiğini ve tamamen ortadan kaybolma ihtimalimi göz önünde bulundurarak, fırsat vermeden kızları kaçırmak istemiş olmalı. Burada koz olarak kızları kaçırmasının sebebi tabi ki kızların benimle alakası olduğunu düşündüğü için değil, yerimi tek bilen kişinin Mimi'den başkası olmadığı için. Bu da olanları açıklığa kavuşturma konusunda yardımcı oluyordu. Pis insanların pis dünyası ve işleri pislik içinde çözmeye çalışmaları.


Bütün olayları baştan sona ben çıkarmış olmama rağmen yine ikinci planda kalmıştım. Direkt beni hedef almak yerine, başkalarını kullanmış olmalarının sebebi, benim gerçekten dünya üzerinde en değersiz insan olduğumu kanıtlıyor. Bana karşı bir savaşı başlatmak için bile bana ihtiyaç yok. Hepsinin en kötü tarafı ise ben de olanları kabul ediyorum ve bu şekilde yaşamak için doğduğumu düşünüyorum. Dünyaya kızgın olduğum algısı yaratmak istemiyorum çünkü dünya da benim umurumda olmayacak kadar yalnız. Sevgilim olması ihtimali ile yaşamak zorunda kaldığım Ferfi'nin kaçırılmış olması benim açımdan bakıldığında olumlu karşılanmalı. Çünkü bünyemin tanımadığı bu virüsü hastalık olarak algılaması ve yok etmek için bağışıklık sistemimin harcayacağı efor ile dünya üzerindeki bütün hastalıkları iyileştirebilirim. "Bakın" dedim "beni dinleyin!" Benim bir fikrim var, bu adam casino ve kumar seviyor o zaman biz de onun bildiği dilden konuşup kumar oynamalıyız. Dans ederken ilk kural partnerinin ayaklarına bakma çünkü gideceği yeri anlamak için bel ve kalçalara bakman lazım. Yön belirleme yukarıdan aşağıya doğru gelişir ve ayaklara bakmak, önceden sezmeni engeller ve olay tamamlandığında, eylem tam olarak yerine geldiğinde nereye gitmen gerektiğini gösterir. Bu durumda hep bir adım arkadan takip edersin çünkü ayaklar adım attıktan sonra bel ve kalça yeni adım için yeni bir yön belirlemiş olacaktır. Simdi biz dans ederken ayaklara bakmaktan vazgeçeceğiz kafamızı kaldırıp kumar masasına odaklanacağız.


Geriye kalan salt kazanmak ya da son defa kaybetmek...

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
Son kez Abstre

Benim de merhametine inanmayı seçtiğim çok karanlık birikti içimde. Sağa sola savrulmak yerine, bir düzene uyum sağlayıp yalnız kalmak...

 
 
 

Comments


©2019 by Obsesif Daktilo. Proudly created with Wix.com

bottom of page