top of page
Ara
  • Yazarın fotoğrafıobsesifdaktilo

Bir Obsesifin Günlüğü 23



Apartı boşaltmışlar, arkasında bir savaş alanı bırakmadan sadece in cin top oynuyor diyebileceğim şekilde. Her yere sessizlik gelmiş çünkü seslerini de alıp gitmişler. Civar sokaklarda çok fazla dolaşmak zorunda kaldım, tehlikede olduğunu düşünen paranoyak hayvanlar gibi hareket ederek ulaşabildim aparta. Aparta girdiğimde böyle bir durumla karşılaşmayı beklemiyordum, kaçırılmış ya da esir alınmış insanların ardında bıraktığı dağınık ve altüst edilmiş bir harabe olmaktan çok uzaktı burası. Düzenli bir şekilde organize edilmiş bir göçün belirtileri vardı burada. Anlaşılan o ki işler yolunda gitmiş Albin'in adamları ya da benzer tehlikeleri temsil eden insanlar buraya gelmeden Mimi ve ekibi ortadan kaybolmuşlar. En azından öyle olmasını umut ediyorum çünkü benim yüzümden yeterince boktan işle uğraştılar zaten.


Kapalı kapıları görünce "işte bu" dedim, insan da terk edilmiş bir bina gibi olmalı bazen. Kimseyi barındırmamalı yanında yöresinde ve kimseye açmamalı yurdunun kapılarını, hatta kimseyi rahat rahat hareket edebileceği kadar kabul etmemeli misafirhanesinde. Sokağı çıkmaza varmalı insanların, böyle soğuk esen rüzgarlar sardığında etrafı ve karar verdiğinde kalın bir şeyler giymesi gerektiğine. İyi yönetilen bir yalnızlık, servis kalitesi çok yüksek olan bir restaurantın, sadece rezervasyon ile müşteri kabul edilen locasında yenilen bir akşam yemeği kadar keyif verebilir ve lüks kabul edilebilir. Nefes almak gibi ritmik olmalı bu ve bir duyu gibi kendiliğinden işlemeli, istemsiz hareket eden kas yığınlarının yaktığı protein gibi besleyici olmalı. Kapılarını kapattığında insan yalnızlığı kilitlemeli içeriden, böylece içeride güvenli bir alan oluşturabilir, bütün birikimini saklamak istediği için geliştirdiği yöntemler de bir sır olarak onunla birlikte içeride kalır.


Buraya bir yere bir not bırakmış olmalılar diye düşündüğüm için kapalı kapıların ardında biraz dolandım. Doğal olarak hiç bir şey bulamadım, ümidim de yoktu. Kaçan birinin kaçtığı yeri kaçtığı kişiye bir not bırakması kadar saçma bir şey olamazdı sanırım. Ya beni düşünecek durumda değillerdi ya da bıraktığı yerde güvende olduğumdan emin olduğu için böyle bir tedbire gerek duymadı. Buraya gelme ihtimalimi bile düşünmemiş olabilirler, korkmuş ve sinmiş bir halde Ferfinin kucağına sığındığımı hayal edip. Beni şaşırtan bir diğer şey Iloida ve Angelanın kaldığı oda henüz kiraya verilmemişti. İçerisi homo pisliğinden arındırılmış süsü verilmiş ama hala iki ölüye ev sahipliği yaptığı fikri silinmemiş cilası cıkmış tahta yer kaplamasından ve ipi zamanla yıprandığı için kopmuş olan panjurdan. Belki yeni sahibi bu odada usulüne uygun seks yapabilsin diye bu kadar eziyete katlanılmış. Bu söylemimin doğruluğu tartışılır, diğer söylemlerim gibi çünkü seksin bir usul gerektirdiği konusundan emin değilim. Geleneksel yöntemlerle yerine getirilen bir seks belki Kamasutra sanatı olarak algılanabilir. Belki Kamasutra bir seks geleneği olarak kabul edilebilir ama bu sefer de sanat dediğim için yeni bir tartışma alevlenir. Vakti çok olan insanların ve oyalanacak bir işe sahip olmayan insanların yaptığı gibi beynim tecavüz ediyor fikirlerime ve kıvrımları arasında bir doğal seleksiyon başlıyor. Böyle anlarda yazıyor işte Maxim Gorki Ana romanını ya da Mozart besteliyor Türk Marşını.


Burada yapabileceğim bir şey kalmamış en iyisi Ferfi ve Celline ile kaldığım yere geri dönmek sanırım ya da herkes kurtulduğuna ve iyi olduğuna göre ben de gözden kaybolabilirim. Yapmam gereken seçimin ne denli keskin olduğunun ve doğuracağı sonuçların farkındayım. Ortadan kaybolmak demek eskiden olduğu gibi cazip gözükmüyor çünkü bu sefer geride bir şey bırakmış gibi hissediyorum kendimi. Yıllar önce hissettiğim bir şey yeniden, ummadığım bir yerden karşıma çıkmış gibi seviniyorum. Tozlu bir kitaplığın ev sahipliği yaptığı kapakları yıpranmış ve artık bir süs eşyası olmuş kitapların arasından eski bir hatırayı canlandırmaya yarayan bir fotoğraf bulmak gibi yaşadıklarım. İçinde barındırdıkları ile tozlanmış bir kitabım ben, dışım da yıpranmış sayılır hayli, tek gereken şey doğru sayfayı açıp fotoğrafa odaklanmak. Ferfi diye geçiriyorum içimden "Ferfi..." ne büyük bir sürpriz onun mucizesine kapılmak. Alıkoyuyor hükmeden her şeyi ve yeni bir kuşatma başlatıyor. Hiç kan dökmeden, canlı canlı boğmadan, bir tatlı söz bile söylemeden. İrade, halının altına süpürülüyor, göz açıp kapayıncaya kadar olup bitiyor her şey. Bir eşkıya dağa çıkıyor, merada otlayan bir inek doğum yapıyor, bir yolcu tornistan yapan vapurun pruvasında geride kalanlara şapkasını sallıyor. Sistemli bir şekilde tüm evren genişliyor, adını bilmediğimiz bir ışık kümesini yutuyor başka bir kara delik. Ben hapishane avlusuna konmuş bir güvercinim, içeride mahpuslar bana bakıp kanat hayal ediyor, yüzlerine çarpıyor bu hayalin esintisi ben gökte uçarken, kulübede nöbetçi türkü mırıldanıyor. Ben bu avluya dışarıdan gelebilen ve adli kontrole tabi tutulmayan tek yabancıyım. Muafiyet istiyorsanız, işte siz de böyle davranmalısınız, özgür bir güvercin gibi konup göçmeli ve birilerinin hayallerine ilham vermelisiniz. Ben, Ferfi, sana göç etmeye geliyorum çünkü yokluğunda kavimler göç ediyor.


Bütün bir akşam bunları düşünerek yürüdüm ve demir madeninin girişini andıran kapının önüne geldiğimde artık değişimimi tamamlamamın sırası geldi. Çiçek açtın bir kere, artık meyve olmanın, güneşte kızarmanın ve dalda dünyayı nimetlerimle zenginleştirdiğimi düşünmenin sırası. Kapının iki kanadının üstüne tünemiş olan ejderha figürü bile artık onu ilk gördüğüm kadar ürkütücü gelmiyor. Olanlardan haberi varmış gibi içeri buyur eden davetkar bir havası bile var. Tüm bu bahsedilenleri alıp bir sunağa gidip kurban vermek istiyorum tanrılara, içimi dolduran tarifi imkansız duygular şöleni için şükretmek istiyorum. Atfediyorum ona bütün doğa olaylarını, yağmur sonrası toprak kokusunu, gök kuşağını beline dolamak istiyorum. Merdivenlerden çıkarken metal müziğin sesi gelmeye başlıyor, yeni bir parti bizi bekliyor diye düşünüyorum. Hak ettik bir partiyi, geri dönüşümü kutlamalıyız. Kutlamalıyız coşkun bir nehir gibi dağların arasından dolanıp denizlere engin olmanın sevdasını. Bu sefer uzatırsa ben yakarım sigarasını. Tanrım keyfimi hiç bir şey bozamaz. Üçüncü kata geldiğimde aralık olan kapıdan dışarıya bir ışık huzmesi yayılıyordu, tüylerim diken diken oldu ve tenime batma yeltendi. Müzik durdu, zaman üstüme tam oturan bir giysinin sıcak suyla yıkanması sonucu sünüp eski formunu kaybetmesi gibi genişledi ve her bir saniyenin arası açıldı. Kapıdan girdiğimde, sabah oradan çıkarken bıraktığım hiç bir nesne aynı yerinde değildi. İkinci el eşya satanların dahi almayacağını düşündüğüm hiç bir mobilya artık tek parça değildi. Bütün yol boyunca yaptığım hiç bir plan ve avluya konan güvercin artık özgür değildi. Atfetmeyi düşündüğüm yağmur artık gök yüzünü üstümüze freni patlamış bir kamyon gibi yokuş aşağı sürüyordu. Apartta olmasını beklediğim tüm kargaşa evden eve, telefon kablolarının üstünde seyahat eder gibi buraya gelmişti. Dün tüm gece seviştiğimiz yatak, sabah kahvaltı hazırladığım mutfak ve saatlerce üstünde oturup uyuşturucu kullandığımız halı artık köle pazarı gibi birbirine girmişti. Olabilecek en kötü şey oldu, tam her şey bitti diye düşünürken, artık rahatız diye hayal ederken, en hazırlıksız anımızda. Kapının girişindeki ejderha uçup geldi ve sol omzuma kondu.

- Olanlardan haberim varmış gibi baktığımı sen söyledin ben ima etmedim.


- Demirden yapılmış olmana rağmen üçüncü kata kadar uçabilmene şaşırdım.


- Numaralarım bununla sınırlı değil, yerdeki şu sigarayı al ve onu senin için yakayım.


- Ben bir ejderhanın koruduğu bu kaleye girebildiysem herkes girebilir demek.


- Sorun sizde değil efendim. Gelenler sihirli kelimeleri biliyorlardı.


-Neymiş o sihirli kelimeler?


- Do Re Mi Fa Sol La Siiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii


Sigarayı yaktıktan sonra pencereyi açtım ve ejderha uçarak uzaklaştı. Sokak lambasının etrafında uçuşan bir kaç tane böceği de havada kaparak midesine indirmeyi ihmal etmedi. İkinci Dünya savaşı anıtı gibi Tuna nehri kenarına bırakılmışım, ayaklarım hareket etmiyor, sular yükseliyor. İki Dünya savaşı atlatmış bir coğrafya kadar yorgunum. Dayanacak gücüm kalmadığı için yere bıraktım kendimi ve duvara yazılmış bir not dikkatimi çekti...


"Kızlar bende gel ve al..."

Albin


28 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Son kez Abstre

Benim de merhametine inanmayı seçtiğim çok karanlık birikti içimde. Sağa sola savrulmak yerine, bir düzene uyum sağlayıp yalnız kalmak gibi. O yüzden sen şimdi tüm bu olan biteni unut. Ben de ayak alt

bottom of page